Annesi onu küçükken hafta sonları hep çocuk oyunlarına götürürmüş. Oyunculuk tohumu içinde o zamanlar yeşermeye başlamış olmalı. 2009’da “Bornova Bornova” filmiyle 46’ncı Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, 2015’de “Deniz Seviyesi” filmiyle Milano Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazanan Damla Sönmez’le buluştuk.
Milano’daki ödülü aldıktan sonra ilk ne yaptınız? Film ekibiyle bir mekanda ufak bir kutlama.
Böyle bir ödül kazanınca sonrasında neler oluyor? İlk Altın Portakal ödülünü kazandığımda 22 yaşındaydım. İkinci sinema filmimdi. O zamanlar sinemada oynama hayalini kurmak bile benim için çok büyük bir şeyken festivale katılmak ve üzerine ödül almak sürpriz oldu. Ödüller insanı çok onore ediyor.
Ancak kariyerinizi bir ödül üzerine kuramazsınız. Onu kenara koyup yolunuza devam edeceksiniz. Oyunculuğu ödül kaygısıyla yaparsanız enerjinizi yanlış şeye harcarsınız.
Fark edilmeniz kolay oldu mu? Bu sektörde çok ciddi rekabet var... Açıkçası ben rekabeti çok fazla görmüyorum, düşünmüyorum... 16 yaşından beri hayatımda oyunculuk var. Okurken de tiyatroda asistanlık yapıp dizide oynuyordum. Hayatımda sadece okul ya da set veya tiyatro olmadı.
Fransa’da tiyatro eğitimi aldınız. Şansınızı orada denemeyi hiç düşündünüz mü? Öyle bir ihtimal de var mıydı? Aslında orada bir menajerle görüştük. Ancak 18 yaşındaydım, ailemden ilk uzak kalışımdı. Açıkçası kendi dilimde profesyonel bir iş yapmadan oyunculuğu başka bir dilde yapmak istemedim.
Sorbonne’da eğitim size ne kattı? Orada aldığım eğitim dramaturji üzerineydi. Çok fazla sahne dersimiz yoktu. Döndükten sonra oyunculukla ilgili workshop’lara katıldım. Eğitim size kendinizi oyuncu olarak tanımanız ve geliştirmeniz için araçlar sağlıyor. Bu konuda hep meraklı oldum.
Başka bir mesleğe hiç ilgi duymadınız mı? Annem geçenlerde ortaokul dönemine ait bir notumu bulmuş. 10 yıllık kariyer planı adı altında “İşini iyi yapan bir oyuncu ya da kendi kliniğini açmış, insanlara yardım eden ama hep tiyatroculara özenen bir psikolog olacağım” demişim. Annem “iki hayalinden birini gerçekleştirdin” diyor. İkincisine gelince, psikoloji kitaplarını severek okurum.
10 yıllık plan ne zaman işlemeye başladı? Eve misafirler gelince şarkılar, skeçler... İlkokul beşinci sınıftayken beni Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne yazdırdılar. Dört sene devam ettim. Bir noktada hocalar, “Artık gelme, yeni bir şey yok” demeye başladılar. Kulise girip oyunculara, “Ben de oyuncu olacağım” derdim.
Bu dediğinize yorum yapan bir oyuncu oldu mu? Haluk Bilginer, “Başka hiçbir mesleği yapamayacağını düşünüyorsan oyuncu ol” demişti. Zaten ben de başka bir şey yapmayı hiç düşünmedim.
Çekimlere bir sene ara verseniz, ne yapmak istersiniz? Ne zaman yorulup “Artık bir şey yapmak istemiyorum” desem bu en fazla bir ay sürüyor. Tiyatro yapmak isterim. Uzun bir ara versem seramikle ilgilenirdim.
Televizyonda ne izlersiniz? Uçak kazalarıyla ilgili bir program var, onu izliyorum. Zaman zaman böyle takıldığım şeyler oluyor.
Neden özellikle uçak kazaları? Uçak korkum vardı...
Korkularınızın üzerine gider misiniz? Giderim. Uçak korkum Fransa’dan dönerken ciddi bir türbülansa girip oksijen maskeleri açılınca oluştu. Sonrasında altı ay kadar uçağa binmediğim için bu korkumun farkına varmamıştım. Tatile giderken uçakta bir anda ortaya çıktı. O sene korksam da peş peşe defalarca uçağa bindim. Üzerine gidince korkulacak bir şey olmadığını gördüm.
Keşke şu huyumdan vazgeçsem, dediğiniz ne var? Kendimi çok kolay yargılayabiliyorum. Bir yere geç kaldım, bir şeyi akıl edemedim, gittiğim yerde şemsiye unuttum diye kendimi yıpratabiliyor, o günü kendime zehir edebiliyorum. Bu konuda biraz yol katettim ama kolay değil.
“Güllerin Savaşı”nda canlandırdığınız Gülru, takıntılı bir aşk hikayesinin içinde. Sizce aşkta her yol mübah mı? Dizilerdeki çoğu aşkın aşk olmadığını düşünüyorum. Ya bir takıntı ya bir saplantı onlar... Bence aşk insanı mutsuz etmez, ona acı vermez.
Dizide izleyip “Ne kadar güzel, seviyor onu” dediğimiz adam gerçek hayatta bize böyle davransa, “Psikopat mıdır nedir” diye düşünürüz. Bunlar galiba dizilerde temponun hiç düşmemesiyle ilgili.
Gerçek hayatta sizi istemeyen birisine ısrar eder miydiniz? Hiç böyle bir durum yaşamadım. Ve umarım yaşamam. Aşkı iki kişinin karşılıklı yaşaması, hissetmesi gerek.
Hayalinizdeki aşk nasıldır? Birbirini destekleyen, birlikteyken huzur bulan, karşısındaki bazen saçmaladığında da bunu hoş gören çiftlerin ilişkileri galiba çok sağlam oluyor...
Oyuncu olarak kendinize hedefler koydunuz mu? Hepimizin bir sürü planı vardır ama şu andaki ülke koşullarında yapılan planlar beni tedirgin ediyor. Belirsizlik yüzünden. Konularımızı bile biraz siyaset belirliyor. Böyle bir durumda şöyle bir rolü oynama hayalim var, diyemiyorum. Biz oyuncular açısından bakınca, umarım sadece acılardan beslenmek zorunda kalmayan oyunlarımız, filmlerimiz de olur.
Gardırobunda en çok, çeşit çeşit hırka ve bot var. İkinci sırada tişört ve gömlek geliyor.
Kendisine babeti yakıştırmıyor: “Başkalarında inanılmaz beğeniyorum. Hatta özenip de aldığım ama hiç giymediğim babetlerim var.”
Takılara yeni yeni ilgi duymaya başlamış. Seramik ya da taşlı, otantik takıları çok seviyor.
“Vintage kıyafetlere bayılırım” diyor. Babaannesinin bir ceketi favorisi. “O, gardırobumda hep olacak. Bir gün kızım olursa ona da kalacak!”
Yazmayı çok seviyor. “Bazen işin içinden çıkamadıysam ya da birine derdimi anlatamadıysam yazıyorum. Arkadaşlarıma (e-postayla göndermek üzere) mektup yazmışlığım çoktur.” Bazen bunları alıcısına gönderiyor.
“Bazen de buna gerek kalmıyor” diye devam ediyor: “Yazarken zaten kendi kendime meseleyi çözmüş oluyorum. Bu bizim ailemizde vardır. Annem de babama çok mektup yazmış.”