X
X

ŞEBNEM BOZOKLU; “ÖNCELİĞİM HER ZAMAN OYUNCULUK”

15.10.2014 Çarşamba 13:21 (Güncellendi: 08.11.2016 - 16:15)

Kanal D’nin sevilen dizisi ‘Ulan İstanbul’un ‘Yaren’i Şebnem Bozoklu ile dizi ve oyunculuk hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Kanal D’nin sevilen dizisi ‘Ulan İstanbul’un ‘Yaren’i Şebnem Bozoklu ile dizi ve oyunculuk hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımıza verdiği samimi yanıtlar ile kafamızdaki ‘her oynadığı dizide nasıl bu kadar seviliyor?’ düşüncesini yanıtlayan Şebnem Bozoklu, oyuncu olmaya çocukluğunda karar veren, teknoloji tutkunu ve anı yaşamayı seven bir oyuncu. Şimdi sizi Şebnem Bozoklu hakkında merak edilen sorularla baş başa bırakıyoruz.


Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? 
Oyuncu olmaya annemin beni çok küçük yaşta götürdüğü çocuk oyunları sayesinde karar verdim. Gerçekten annemin bu konuda hakkını yiyemem. Her Cumartesi, Pazar mutlaka bir çocuk oyununa giderdik. Hafta içi okul, hafta sonu tiyatro oyunu şeklinde bir düzenimiz vardı. Ve ilk izlediğim oyundan birinde perde açıldığı anda o ışıklı ve muhteşem dünyayı görünce benim şuan oturduğum seyirci koltuğunda değil; o ışığın altında, o renkli kostümlerin içinde olmam lazım dedim. Oyuncu olmakla ilgili hatırladığım ilk anım bu.

Aile dizileriyle de oyunculuğa devam ediyorsunuz? Bu özel bir seçim mi? 
Aslında benim ilk önemli işim ‘Canım Ailem’, ondan önce birkaç dizide oyunculuk yapmıştım. Ama ‘Canım Ailem’ benim bir rolü başından alıp iki sezon boyunca götürdüğüm belli bir grafik içinde tutmaya çalıştığım ilk rol, ilk dizi. Ve Meliha benim için çok önemli, çünkü çok severek oynadığım bir roldü. Aynı zamanda çok zor olduğu için benim için bir yarıştı. Evet, Meliha karakterinden sonra televizyonda da oynadığım roller içerisinde hep bir samimiyet ve sıcaklık barındıran işler oldu. Yani bunun bir tercih olduğunu söyleyebilirim. Hayata ve gerçeğe yakın işlerde oynamak ve izleyen insana sıcaklık ve yakınlık hissettiren işlerde oynamayı önemsiyorum.

‘Ulan İstanbul’ ismi dikkatleri üstüne çekti. Sosyal medyada merakla beklenip, ilgiyle izlenen dizinin başrollerini paylaşmak nasıl bir duygu? 
D Productions’da bu projeden bana ilk bahsedildiğinde, isminden çok etkilendim ve çok şaşırdım. İkinci defa sordum doğru duydum değil mi? Adı “Ulan İstanbul değil mi?’ diye. Bence şahane bir isim. Dizinin adı ‘Ulan İstanbul’ olarak duyulduğu andan itibaren herkeste büyük bir merak uyandırdı. Bende bir oyuncu olarak senaryoyu ilk gördüğümde ve ilk duyduğumda aynı merak ve heyecanı hissettim. Çok fark edilir bir ismi olması nedeniyle, sosyal medya da hakkında çok yazıldı, çizildi. Fakat insanlar dizinin ilk bölümüyle beraber konusuna hâkim olunca ve dizinin anlatmak istediği noktayı anlayınca ismin ne kadar doğru seçilmiş olduğunu fark ettiler. ‘Ulan İstanbul’, çok başrollü, çok hikayeli bir iş. Ben bu matematiğe bu formüle çok inanıyorum. İki ya da üç kişinin üzerinden ilerleyen işleri bir seyirci olarak da sevmiyorum. Tabi her şeyin bu kadar iyi denk geldiği bir işin içinde oynamak çok az oyuncuya nasip olur. Bu kadar samimi, tatlı bir hikâye ve taze bir fikrin içerisinde oynamaktan dolayı da son derece mutluyum.

Genel olarak cana yakın, sıcakkanlı tavırlarınızla izliyoruz. Bu karakterin tam tersi ‘kötü kadın’ı oynayacağınız bir senaryoda sizi görebilir miyiz? 
Hiçbirimiz muhteşem değiliz, mükemmel değiliz, salt iyi de değiliz... Hepimizin içerisinde kötü olana dair bir şeyler var ve hayatın içerisinde de var. Bu durumda, tabi ki içerisinde kötülüğü iyiliğinden fazla olan birisini de oynayabilirim. Ama bir oyuncu klişesi olarak şöyle roller oynamak isterim, böyle roller oynamak isterim gibi cümleler benden pek duyabileceğiniz şeyler değil. Çünkü ben gerçekten de hiçbir tip rol için ekstra heyecanlı bir oyuncu değilim. İçinde insana dair bir şeyler olan herhangi rolü aynı derecede çok sevip heyecanlanarak oynayabilirim.

Dizide Karlos ile gerçekleştirdiğiniz ‘Yanarım’ adlı düet, kısa sürede sosyal medyada fenomen oldu. Düet sahnesi çekilirken bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmiş miydiniz?
Şarkıyı ilk dinlediğimde bunun bir hit olduğunu anlamıştım. Fakat olayların bu kadar çığırından çıkacağını düşünmemiştim. Mesela Kanal D’nin You Tube’a koyduğu video bile 20 milyonun üzerinde seyredilmiş ve bu gerçekten dünya standartlarında bir rakam. Tabii ki bu kadar çok dinlenen şarkı bir başarı göstergesidir. Bir şarkı yaratabilmek, üstelik bir müzisyenin albümünde değil, bir dizi sahnesinde geçen bir şarkı olarak… Türkiye’de en çok indirilen mp3 listesine giriyor, Ağustos ayında, bu listedeydi. Temmuz’da, Eylül’de aynı şekilde devam etti. Bu da tabi ki bizi mutlu ediyor.

‘Ulan İstanbul’ sıcak bir aile dizisi. İçerisinde, aşkta var, heyecan da… Sizce artık izleyiciler, dönem dizilerinin dışında gerçek hayattan bir şeyler mi görmek istiyor?
Her farklı tür televizyon işinin tabi ki kendisine ait bir seyircisi vardır. Ama genel geçer olamayan gerçek bir şey vardır ki; insanlar kendileriyle kendi hayatlarıyla özdeşlik kurabilecekleri işleri ve içinde böyle karakterlerin olduğu dizileri her zaman tercih eder. Gerçeklik, oyuncu olarak da seyirci olarak da benim takıntılı olduğum bir nokta. Seyirci değişen dönüşen bir şey… Ama benim düşüncem, 2014 yılında televizyon seyircisi, içinde taze fikir olan, günümüzü anlatan ama köklerine bağlı hikâyeleri tercih ediyor.
Dizide sevdiği adam için pavyon da şarkıcılık yapmak zorunda kalan bir kadını canlandırıyorsunuz. Yaşantınızda da sevdikleriniz için fedakâr mısınız? 
Fedakârlık kelimesiyle aram çok iyi değil. Çünkü insanların başka insanlar için kendi hayatlarında büyük ödünler vermesini doğru bulmuyorum. Sevdiğin insanlar için çok şey yapabilirsin. Ama biz yıllarca mesela ‘Türk Kadını’ ile ilgili en önemli kelime olarak fedakârlığı duyduk. “Türk kadını fedakârdır!” mesela bu benim çok hoşlandığım bir şey değil. Çünkü ben Türk kadınının sadece fedakâr olmasını istemiyorum. Türk kadınının daha başka ve çok daha akılla ilgili sıfatlarla anılmasını istiyorum. İnsan sevdiği insan için tabi ki bir şeyler yapar, yapmalıdır da bunu yapmakta çok güzeldir. Bunun size yapılması da çok güzeldir. Ama fedakârlık kelimesini bu toplumun çok yanlış tanımladığını düşünüyorum. Ve bu kelimeyi çok sevmiyorum. Ama şöyle diyebiliriz ki Şebnem sevdiği insanlar için tabi ki çok şey yapar ama bence hiç kimse hayatındaki diğer insanlar için kendi hayatını eksiltmesin.

İzleyici diziden güzel bir enerji alıyor. Kamera arkasında nasılsınız? 
Bu dizinin alametifarikası kamera arkası. Ben seyircinin bunu çok iyi hissettiğini düşünüyorum. Oyuncuların ve ekibin birbirine ısınması 4-5 bölüm alır. Ama ‘Ulan İstanbul’da tuhaf bir şey oldu ve biz gerçekten ilk bölümü çekmek için sete gittiğimiz andan itibaren, herkesin arasında bir yakınlık oluştu. Hem set içerisinde uzun saatler beraber çalışıyoruz, hem set sonrasında beraber yemeğe gidiyoruz ya da haftada bir beraber eğlenmeye gidiyoruz. Birbirimizin evinde buluşup bölüm seyrediyoruz. Bunlar tabi ki nefis bir şekilde izleyiciye sirayet ediyor. 

Türkiye’deki film ve dizi sektörü hakkındaki düşünceleriniz neler? 
Türkiye’deki dizi ve film sektörünün zaman içerisinde ne kadar ileriye gittiğini hep beraber gördük. Yapılan işlerin ve projelerin, hikâyelerin, set düzenlerinin, yapım kalitelerinin gün geçtikçe arttığını görüyoruz. Tabii ki bu söylediğimin çok dışında olan örneklerde var. Türkiye’de sektör, işi yapmayı işi yaparken öğrendi. Kalifiye eleman probleminin yıllarca televizyonu kötü etkilediğini düşünüyorum. Ama biz bunu yavaş yavaş aşıyoruz bence. Sektörde genç nefis insanlar çalışmaya başladı, bu işi öğrendiler ve devam ettiriyorlar. Ben her şeyin gittikçe daha iyi olacağını düşünüyorum.

Tiyatro, sinema ve televizyon üçlüsünde önceliğiniz nedir? 
Benim önceliğim her zaman oyunculuktur. Benim için bu saydığınız 3 dal; sinema, tiyatro ve televizyon hepsi de oyuncuların yapacağı şeyler ve bu nokta da benim bir sıralamam yok. Bu üç dalı da aynı şekilde ciddiye alıyorum ve iştahlı bir oyuncu olarak 3’nü de yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Seyirci Şebnem’in en çok sinemayı sevdiğini söyleyebilirim.

Dizi saatleri oldukça uzun olduğu için zamanınınız önemli bir kısmını sette geçirdiğinizi tahmin ediyoruz. Set dışında neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz? 
Set dışında hayatın içine bir şeyler sıkıştırmak o kadar da kolay olmuyor aslında. Sizin de dediğiniz gibi çok uzun saatler setin içindeyiz. Set dışındaki zamanda genelde uyumayı, vücudumu dinlendirmeyi seçiyorum ve spor yapıyorum. Gerçekten de eğer o gün sete gitmeyeceksem önce iyi uyuyorum ve sonra Kick Boks yapıyorum ve ertesi gün setim olduğu için sahnelerimi çalışıyorum. Setteki zamanımı da değerlendirmeye çalışıyorum. Teknolojiyi seven biri olduğum için tabletim, telefonum her zaman yanımdadır ve internetteyimdir aslında. Aynı zamanda oyun canavarı olduğumu da söyleyebilirim. Setteysem ve 2 sahnelik boşluğum varsa hiç durmadan iPad ile oyun oynuyorum. Sosyal medyayı da twitter ve instagramı son derece aktif kullanıyorum

D-Smart